Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Muharrem Günay Sıddıkoğlu


ÇALIŞMAK NÂFİLE NAMAZDAN DAHA KIYMETLİDİR (3)

Sizden birinin sırtı ile odun taşıması, Allah´ın kendisine fazlından zenginlik verdiği bir kimseye gelerek dilenmesinden daha hayırlıdır.


Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, bir tatlı su kenarına çekilip ibâdet etmeyi arzu eden bir kimseye şu cevabı vermişti:

? Öyle yapma, çünkü sizden birinizin Allah yolunda çalışması yetmiş sene (nafile) namaz kılmakdan daha faziletlidir.(Müsned, 2, 524)

Çalışmayı terk edip bir köşeye çekilmek, insanı başkasına muhtaç hale getirir. Müslümanlık ise, müslümanın izzetini rencide edecek böyle bir duruma aslâ müsade etmez. Fakir olsun, dilencilik etsin, yüzsuyu döksün istemez. Müslümana yüce şahsiyet kazandıran dinimiz elbette ki buna fırsat bırakmaz. Yüce Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:

? Sizden birinin sırtı ile odun taşıması, Allah´ın kendisine fazlından zenginlik verdiği bir kimseye gelerek dilenmesinden daha hayırlıdır. 

Malın Senin Olsun Bana Çarşının Yolunu Gösterir Misin?

Ashab-ı kiramın hayatlarında ne güzel örnekler vardır. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Sa´d bin Rebi ile Abdurrahman bin Avf hazretlerini manevî kardeş yapmışlardı. Sa´d bin Rebî, Abdurrahman bin Avf hazretlerine şöyle bir teklifte bulundu:

? Kardeşim, benim pek çok servetim var, malımın yarısı senin olsun!

Bu tekliften çok memnun olan Abdurrahman bin Avf hazretleri şöyle cevap verdi:

? Kardeşim ailelerin, malın sana mübarek olsun, bana alış-veriş edilen çarşının yolunu gösterir misin?

Böyle cevap vermekle Rebi´nin malına dua etmiş, fırsat bilip de malın yarısına çöreklenmek istememişti. İslâm ahlâkı ve vakarı üzerine çarşıya giderek, alnının teri ile kazanç teminini tercih etmiştir.

İslâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhid arasındaki ilişkiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her şeyden önce kulun Allah´a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Doğru anlamıyla Allah´a tevekkül eden kul, bir işi başarmak için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah´ın bahşettiğine ve bunların kullanılması için yaratıldığına inanır; bu açıdan bakıldığında sebepleri ihmal etmenin onların mânasız yere yaratıldığı fikrini doğuracağını düşünür. Ayrıca insanın amelî hayatıyla ilgili pek çok âyet ve hadis bulunmakta olup tevekkülü bunların meydana getirdiği sistem bütünlüğünden kopararak sebeplere karşı ilgisizlik yönünde yorumlamak, bu temel kaynaklardaki amelî hayata dair buyrukların ve açıklamaların anlamsız olduğu sonucuna götürür. Şu halde tevekkülü, Allah´ın varlık ve olaylar dünyasında sebep-sonuç ilişkisi şeklinde kurduğu genel düzenle Kur´an´da ortaya koyduğu emirler sistemi çerçevesinde düşünmek gerekir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Allah´a ait olduğu yönündeki şuur ve inancın zorunlu bir sonucudur. Bu şuur ve inanç sayesinde kul, gerekli sebeplere ve tedbirlere başvurmasına rağmen sonucun umduğu şekilde çıkmaması halinde ilâhî takdirin öyle tecelli ettiğini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçınır; iyimser ruh halini korumayı, moral çöküntüsünden kurtulmayı başarır. Kur´ân-ı Kerîm´de, oğlu Yûsuf´un kaybolmasından dolayı derin bir üzüntü hali yaşayan Hz. Ya?k?b´un buna rağmen Allah´a tevekkülünü dile getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduğu anlatılır (Yûsuf 12/18, 67, 83, 86-87). Tecrübeler de inançlı ve mütevekkil insanların başarısızlıklar karşısında daha metanetli ve ümitli davrandığını göstermekte, bu tesbit psikoloji ve pedagojide büyük önem taşımaktadır.  (M. Çağrıcı, https://islamansiklopedisi.org.tr/tevekkul)

Hz. Ömer (r.a) bir gün bir yere giderken bir hurma ağacının altına oturmuş, istirahat etmekte olan bir grup genç görmüş ve onlara sormuş:

Siz burada ne yapıyorsunuz? Gençler:

? Biz tevekkül ehliyiz. Çalışmıyoruz ve ancak rızkımızı da Allah´tan (c.c) bekliyoruz, deyince, Hz. Ömer (r.a):

? Siz tevekkül ehli değil, teekkül ehlisiniz, buyurmuştur.

Teekkül ehli demek, milletin sırtından yiyen kişiler demek. Dolayısıyla ?Tevekkül? sebepleri yerine getirip ?müsebbip?in Allah (c.c) olduğunu bilmektir. Yani bizler bir iş için gerekli sebepleri yerine getireceğiz, ancak elimize geçeni gerçekte sebeplerin değil Allah´ın (c.c) verdiğini bileceğiz. Çünkü veren ve alan yalnız Allah´tır (c.c).

Bir gün Peygamber Efendimiz´in (s.a.v) yanına bir bedevî gelmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v), vahiy yoluyla durumu bilmiş ve bedevîye sormuş:

? Deveni ne yaptın? Bağladın mı? Bedevî de:

? Hayır, yâ Resûlullah! Bağlamadım, Allah´a (c.c) tevekkül ettim, demiş.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v):

? Git deveni bağla ondan sonra Allah´a (c.c) tevekkül et. Çünkü deven kaçacak ondan sonra ?Allah´a tevekkül etmiştim, ama devem kaçtı? diyeceksin. Öyle tevekkül olmaz, git deveni bağla sonra tevekkül et, buyurmuştur.

          Tevekkül İle İlgili Bir Hikâye

İbrahim ibni Ethem ile Şekik´ül Belhi (Rahmetullahi aleyhim) Mekke´de karşılaşırlar. İbrahim, Şakik´e ?seni bu duruma getirmeye sebeb ne oldu? diye sorar. Şakik şöyle cevap verir.

            ?Günlerden bir gün çöle varmıştım
?Günlerden bir gün çöle varmıştım. Kıraç bir yerde yatan, kanatları kırık bir kuş gördüm. Kendi kendime ?Burada oturayım ve bu kuşun rızkının nereden geldiğini gözetleyeyim.? Dedim

          Kuşun karşısında yere çöktüm

Kuşun karşısında yere çöktüm. O sırada gagası arasında çekirge taşıyan başka bir kuş geldi. Kırık kanatlı kuşun yanına konarak gagası arasındaki çekirgeyi onun gagasına bıraktı.

 Bu durumu görünce içimden ?Bu kuşu öbürüne vasıta kılan ulu Allah nerede olursa olayım benim rızkımı da sağlamaya kadirdir? diyerek kazanç peşinden koşmaya son verdim ve kendimi tamamen ibadete adadım.? 

İbrahim Ethem O´na:-?Peki neden sen o kırık kanatlı kuşa yiyecek taşıyan sağlam kuş olup ta daha yüksek dereceli olmak istemiyorsun? Sen peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) yüksek el (veren elin) alçak elden (alanın eli) daha hayırlıdır? diye buyurduğunu duymadın mı?

 Bu cevabı alan Şakik, İbrahim´in elini tutarak öptü ve ?Ya Ebu İshak sen bizim üstadımızsın? dedi.

Veren ve üreten el, alan elden, güçlü Mü´min zayıf Mü´minden her zaman üstündür. Bu gerçeği Sevgili Peygamberimiz şu şekilde ifade etmişlerdir:

?Kuvvetli mümin, zayıf / güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah´a daha sevimlidir.?(Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Zühd, 4168)

 

17.9°