Hadi bu gün bir değişiklik yapalım ve siyasetten uzaklaşarak sizlerle yarım asır hatta biraz daha ilerisine gidelim..
Öncelikle belirteyim ki, ülkemizin heryanıyla aramızda km´lerce mesafe olmasına rağmen kullandığımız; çoğu alet edevat ve yaşayış şeklimiz birbirine o kadar çok benziyor ki... Örneğin Tarsus ilçemizle.. Örneğin, Tokat veya Amasya ile.. K. Maraş ile..
Çünkü, biz Türk´üz, Türk milletiyiz... Gelelim mevzuya.. Benim köyümün ismi Değirmenözü Köyü..
Adı üstünde yaz, kış gürül gürül akan bir özü (akarsuyu) olan bir köy..! Bu özün üstünde kurulu Aşağı Değirmen, köyümüzün hemen alt tarafındaki Orta Değirmen ve Yukarı Değirmen adıyla bilinen su değirmenlerimiz mevcuttu.. Bahsekonu değirmenler sırf bizim köye değil, çevre köylere de hizmet ederdi/etmişlerdi...
Bizde arazi geniş ve düzlüktür.. O yüzden bizim köyde, hayvancılığın yanısıra; arpa, buğday, yulaf gibi tahıllar veya Orta Anadolu´da yetişebilen, patates, soğan, sarmısak, mısır, çekirdek, domates, biber, bamya, kabak, patlıcan, kavun vs. gibi sebze-meyvanın yetişmesi nedeniyle sıkıntısı çok olmazdı...
Bunlar, bizim "avcar" dediğimiz sulu tarlalara ekilirdi.. Karpuzlar çoğu zaman "kıraç" tarlalara ekilirdi ve gerçekten bu karpuzlar ufak amma çok lezzetli ve sulu olurdu...
Yine mesela, badem, ceviz, kayısı, zerdali, elma, armut, çördük, vişne, dut gibi meyvaların yanısıra; 70´li yıllarda kuruyan ve kara üzüm, (Hasan Dede üzümü diye de ünlenmiş üzümün benzeri) beyaz (sarı) üzüm, parmak üzüm veya gül üzümden oluşan çeşit, çeşit üzümlerin yetiştiği üzüm bağlarımız vardı...
Zerdalilerin fazlaları kurutulup, toprak damlarda "çir" yapılırdı.. Üzümler ise köye getirilip, önce "şırana"larda ezilir ve büyük bakır kazanlarda veya geniş" "lenger"lerde yada "teşt"lerde içine pekmez toprağı da karıştırılarak, pekmezler kaynatılırdı...
Kısaca hiçbir şey asla israf edilmez, yerli yerinde kullanılırdı...
Neyse, konuya tekrar dönelim...
Ben çocukken köyümde makineleşme tam manasıyla henüz başlamamıştı.. Tarlalar, at, eşek ve öküzlerle çekilen "karasaban" veya basit demir pulluklarla sürülür, buna "çit sürme" veya çift sürme denir.. "Çite gittin mi?" diye de sorulurdu..
Ekim zamanı bele bağlanan önlük içindeki tohumlar tarla "herk"lerinde adım adım saçılarak ekilir.. Başaklar olgunlaşınca, bazıları "orak" ile bazıları da "tırpan"la ve ayağa çıtlık otundan yapılan "tönge"yle desteler halinde biçer, ekinin ve sapının kuruması için "yığın"lar yapılırdı.. Yığınlar yapılırken hayvanlar veya kuşlardan korumak için başaklar içeri doğru dizilirdi... Bu deste veya yığınlar, aynı zamanda keklik veya bıldırcınların korunup, yavrularını büyüttükleri yerlerdi..
Bunlar, ağaçtan yapılan üç çatallı "anadut" ile "kağnı"ya yada at arabasına yüklenir.. Öküzlerin çektiği kağnılar yollarda inim inim inler; at arabasının ve atların (hafızamdan hiç gitmeyen) nal sesleriyle harmana taşınır.. Harmanda yine at, eşek ve öküzlerin çektiği (altında kesici çakmak taşları çakılı olan ve önü hafif kalkık düz tahtadan yapılma) "döğen/düven" ile ekin sapları parçalanır... Sonra rüzgarla savrularak tane ile sap birbirinden ayrılır.. Bu işler, "anadut", "dirgen", "tırmık", "yaba", (büyüğü "yabaldız") ile tanelerin elenip ayıklanmasında kullanılan "gözer" veya "kalbur" gibi o dönemin alet edevatlarıyla yapılırdı..
Taneler, yün veya çaputtan örme, torba, çuval veya (oldukça büyük olan) "haral´lar vasıtasıyla evde bulunan kilerlerdeki ambarlara getirilir ayrı ayrı istif edilir.. Veya bir kısmı yere açılan kuyulara gömülüp, üstü örtülür.. Lazım olunca da, açılıp içindeki ekin kullanılırdı..
Ekinin samanı ise kışın evlerde halı veya kilim vazifesi de gören ve keçeden yapılma "donçulu" adı da verilen kilimin, kağnı veya at arabasının üstüne serilir ve bu yöntemle saman dökülmeden taşınırdı...
Birde çayırlarımızda yetişen otlar, yine tırpanla "ağzı yabana" denilen biçme yöntemiyle biçilir, otlar kuruyunca yine harmana taşınır ve aynı işlemlerle saman yapılıp, kerpiçten yapılmış samanlıklara konurdu...
Anı çok olup, konuda oldukça uzayınca bir türlü değirmene gelemedik..
Hadi gelelim...
Yukarıda bahsettiğim gibi değirmen (diğer köylere bile) yakın olunca, eşeğin sırtına "seklem"lerle yüklenen tahıllardan buğday, su değirmeninde un olarak; arpa, yulaf, çavdar ise hayvanlar için, "kırma" yada "zavar" olarak öğütülürdü...
Sert kunduru buğdayı, su "havut"larında ıslanıp yıkanır büyük bakır kazanlarda kaynatılıp "hedik" yapılır.. Kuruyunca dibekte tokmaklarla dövülüp, ardından el değirmenlerinde yada bulgur değirmenlerinde çekilip köylünün ana yemeği olan pilavlık bulgur yada yarma yapılırdı..
Su değirmenlerinin zamanla teknolojiye yenilip battal olması (işlevinin bitmesi) sonrası aynı vazifeyi (bir dönem dedemin de işlettiği) motor değirmeni yapmış; çok sonrası ise ilçelerde bulunan elektrikli değirmenlere yerlerini bırakmıştır..
Öğütülen undan, tandırlarda başta (uzun ömürlü) yufka ile sade yada peynirli çörek, "yumurtalı yantık" veya (patlıcan, patates ile keserle kütük üstünde etten kıyılan kıymadan yapılanlar başta olmak ) içli çörekler yapılırdı.. Hala da yapılmaktadır...
Ayrıca evlerin içinde veya "seki"lerinde bulunan ve demir saçayağının üstünde yemeklerin pişirilmesinin yanısıra; söyleyene göre değişen ismiyle "pite" bide, pide/bazlama, "patatesli burma" ile "saçarası" ekmek yada "kömeçler" dökümden yapılmış eski "pitetaşı"nda yapılırdı...
Kerpiç evlerimizde, azla yetinip, hiçbir şeyi israf etmeden mesut mutlu yaşardık...
Yeni bir yazımızda buluşmak üzere esen kalınız..
Harun KILIÇ
ANKARA
Not: Unutup, eksik bıraktıklarımı, yazımızı okuyanlar tamamlarsa bizde faydalanırız..