Bugün, 7 Aralık 2025 Pazar

BEKİR YALÇINKAYA


Prof´lar da Dese Çıkmaz Zırzoplar da dese Çıkmaz..!

İşlerine pek geldiği için Mısır´da Mursi´yi, Otta Benga gibi insanlık kafesinde terbiyeye çekenlere bir sözleri olmayanlar da bunlardır, Filistin´deki Yahudi yerleşimiyle nice Filistinli´nin gün gün kendi ülkesinde diasporaya mahkûm edilişine göz yumanlar


    Önce dışımızı konuşalım: Hani bunlar halkları Hristıyan´laştırıyor, Hristiyan´laştırdıkları için de  engin müsamaha köprüsünden atlattıklarına yeni dünya düzeni sunuyorlardı.. İşe bakınız ki tarihteki vakı´alar misyonerlerin niyetlerini ortaya serdiği gibi, mensub bulundukları milletlerin emellerini de apaçık gösteriyor.

   Kendi diliyle adı Otto Bingo olan ve Belçika Kongosu vatanında mutlu bir hâlde yaşarken, vatandaşı Misyoner Samuel Philips Verner tarafından ABD´ye getirilen Ota Benga, 1904 yılında St. Louis Dünya Fuarı´nda envaî maymun türleriyle aynı kafeste ?İnsana en yakın Ara Geçiş Formu´ olarak teşhir ediliyor. Sonra 2 yıl boyunca da Newyork Bronx Hayvanat Bahçesi´nde birkaç Şempanze, bir Goril ve bir Orangutan ile birlikte ?İnsan´ın eski Ataları´ yaftası altında sergileniyor. Sanki İncil´de İnsanlar İnsanca ve onların atası olarak Âdem ve Havva´ya ataca yer yokcasına Hayvan´la İnsan arası geçiş aşamasını bulma iddiasına kapılan gururlu bilim adamları, Ota Benga üzerinde çeşitli deneyler yapmaya başlıyorlar.

   Yine kendi ülke diliyle adına Otto Bingo denilen bu masum ve masum olduğu kadar da Köle gibi prangaya vurulup kafeslere atılan Kongolu mazlum, gün geçtikçe ABD´nin gözünde maymunca bir büyütülmeye mağdur ve bazı Hristiyan hayır kurumlarının baskısıyla da hayvanat bahçesinden çıkartılarak medenileştirme adı altında çeşitli uygulamalara maruz bırakılıyor.

   Halbuki; ne Maymun, ne Goril, ne Mamut veya ne bir Dinazor silsilesinden olmadığı hâlde, insanlığı elinden alınan ve kafeslere atılan Benga, kendisiyle İzm´in kaygısına düşenler kadar Allah´ın yarattığı bir İnsan´dır. Üstelik Afrikalı Chirichiri Kabilesi´nin bir ferdi olup adı ?Dost´ manâsına gelmekte ve o tarihlerde hem evli, hem de iki çocuk babasıdır.                                                                

  Nihayet, İnsan olduğu için O´ cismi üzerinde uygulanan insanlık dışı bu vahim deneylerin tesiriyle, 32. yaşına vardığı 20 Mart 1916 tarihinde, akıl ve fikir sahibliğini isbat ve beyan edercesine bir tabanca çalıp kendisini kalbinden vurarak intihar ediyor.

  Bu Otta Benga örneği; şu Hristiyan Âlemi´nin hep Köle bildiği insanlar üzerindeki tahakkümünde karşılaştığımız binlerce örnekten sadece birisidir. Pierre L´hermit´in tavsiyesiyle Türkler´in Antakya´da derilerini yüzüp etlerini Jambon yapıp ve kızartarak yiyenlerden tutun da, Süleyman Mâbedi´nde diz boyu kan dolduracak kadar Müslüman katledenler de Hristiyan milletlerdendirler.

  Kendi emelleri için olmayacak yol ve yöntemi deneyen bu Batılı zihniyetler, sadece bir Er Ryan için her türlü fedakârlığı göze aldıkları hâlde, biteviye gururu çiğnenen mazlum Filistinliler´i tamamen yok etmeye niyetli İsrail´in karşısında Er Ryan´a gösterilen fedakârlıktan bir nebze fedakârlık gösteremedikleri gibi, bugün tamamen yok olmaya hızla yol alan Suriye karşısında da son derece za´afiyet göstermekten öte hiçbir katkıda bulunmuyorlar. Çünkü Ortadoğu´daki diğer devletlerin zayıf düşmesi Yavru Yahudi İsrail´in güçlenmesi manâsını taşımaktadır.

  İşlerine pek geldiği için Mısır´da Mursi´yi, Otta Benga gibi insanlık kafesinde terbiyeye çekenlere bir sözleri olmayanlar da bunlardır, Filistin´deki Yahudi yerleşimiyle nice Filistinli´nin gün gün kendi ülkesinde diasporaya mahkûm edilişine göz yumanlar da..

   Peki, haydi Hiroşima ve Nagazaki gelmiş geçmiş bir insanlık dramı, tarihte henüz tekrarı olmayan bir vahşetti de hesabı kitabı kapanmıştı. Lâkin bugün her gün onlarca ve yüzlerce masum halkların nereden geleceği bilinmeyen tuzak silâhlarıyla can verdiği Irak neyin nesi, kimin eseridir? İzm´ler menzilinden gelen cesaret ve güçle Beşşar Esed´in hâlen halkına karşı yaptıkları, Saddam Hüseyin´in idamına sebeb olan şerlerin çok daha ehveni midir de Saddam´ı ipe çekenlerin eli bu katile kalkamıyor? BM´si de, Nato´su da, AİHM´i de, hattâ Barış´a armağanlar dağıtan NOBEL´i de, nihayet şusu da busu da acaba bu kadar vahim meseleler, ziyadesiyle Müslüman halklar aleyhine olduğu için midir ki, neticeye tesirli ve caydırıcı tedbirlerden ziyade hep ninni masalları okuyup durmaktadırlar?

   Hani bunlar, Hristiyan Kulübleri namıyla Dünya üzerinde insanlığı onura edici bir sıfata erişmişler ve Dünya Jandarmalığı´na soyunmuşlardı. Misyonerleri halklara ellerinde İncil´ler, dillerinde cazib terkiblerle varıyorlar ve kendilerine bugünkü Dünya´ya asla uymayan bir Dünya va´adediyorlardı.

  Hani artık Mekke ve Cidde etraflarında Lawrence´lerin, Anadolu´nun Adana´sında Johannes Leipsig´lerin yahud Diyar-ı Bekir´inde Claudia Roth´ların hüküm devri kapanmış, kendi milletlerine olduğu gibi her millete, her millete olduğu gibi de AB´ye hızla adım attığı kabullenilen Türkiye´ye karşı oynanan desise ve hilelere ihtiyaç kalmamıştı?

   Ne yazık ki halâ böyle bir fikir ve izan yeniliğini ne Müslüman halklar, ne de şimdilerde AB´ye en sâdık dost ve AB nezdinde en gelişmiş ülke olan Türkiye adına görmemiz mümkün değildir. İnadına gelişen, büyüyen ve canlılığa kavuşan bir Yeni Türkiye üzerinde oynanan oyunlar çifte kaşıktan ses veriyor ki, birinci kaşık; yere bir Türkiye haritası seriyor, ötekisi oyuna gelerek bir başka havadan çalıyor ki sinsi gelenek yine ve yine ikbâle kavuşuyor.  

 

   Kavuştukları ikbâl ne mi? Şu; Ruhu kararmış bir hodgâm insanlık.. Direği kırılmış bir mizansız Adalet ile.. Dostlarını terkiyle düşmanından umut bekleyen bir namert düşmanlık mayasında; Çağın Aptal ve Ahmak´larını okşamak.. Ve işini gördükten sonra da o Aptal ile Ahmakları da boşamak..

   Evet bu geleneği bir başka noktadan izahata dökerek sorular soracak olursak; Bir zamanlar; onlar öyle de ya biz ve bizden saydıklarımız nasıllardı?

   Bu oyunların en tehlikelisini de içimizdeki bizli mahfiller ortaya koymuyorlar mıydı?.

   Ki İslâmiyet´in en önemli unsurundan olan Yardım´ın tırlarını durdurmak işinde türlü oyunlar içine giren sahtekârların bu mahfillerin teba´asından olduğu söylenmiyor muydu?. 

  Ki şayet o bir resim de dosdoğru ise; yıllarca bu millete fetva makamından dinî ve milli vecibeleri hatırlatanlar, gün geliyor nefsine dâr geldiği için bir insana ateş püskürtebiliyor da sanki bir hesab anı gibi Küffar´ın ayaklar altına aldığı bir vatan uğruna, niçin sesini ve öfkesini yükseltemiyordu?

  Ki düne kadar milliyetçilik ve ilâhiyatçılık taslarken, birdenbire en zıd kutublarda ikbâl uğruna iktidar düşmanı görünenlerle aynı mahvillerde ses yükselten parti kapatıcı proflar kolkola girip geziyorlar, fikre fikir düzmüyorlar mıydı?

  Ki şahsî servetlerin ve menfaatlerin millî serveti yok sayacak kadar nefsleri kamçıladığı ve gözlere kör bağladığı bir hesab-kitab dönemi, ?nefsim doysun da, dediğim olsun da ülke ne olursa olsun´ babından mevcut düzeni kaos rengine boyamaya çalışmıyor muydu?

   En çok bizden bildiğimiz ve ülkeyi alınan miras öncesi zamana sürüklemeye azmedenlerin en sonuncusu olarak telâkki edeceklerimizin TV´lerinde, iki gram İslâm´ı anlatacak bir Hoca yahud âlim göremiyor da, varsa yoksa dershane üzerinden salvo atışlar, fikir ve zikirlerine en zıt mihraklarla kenetlenmeleri görmüyor muyduk? 

   Düne kadar Meclis´te milleti adına işe yarayacak bir hususta bir kelâmı ve bir icraatı bulunmayan vekiller ?Yarabbi sayendeki paye vekilliğime de Şükür´ diyecekleri yerde ard arda istifa ederek ayakkabı kutusundan milyon dolarlar, meclis kürsüsünden tuzluklar saymıyorlar mıydı?

   Ki ne yazık! Bir zamanlar; Sapla samanın birbirine karıştığı, fikri-zikri zıd siyasî partilerin apansız manâ iklimlerinin kucağına düşüp barıştığı bir zamanı yaşayan bizdik.. Takvimler; her şeye hâkim olma hevesindeki cemâ´atcilerin bir hevese bin nefes tükettiklerini yazan sayfalarla dolup taşmaya başlamıştı. AK gitmeli diyen proflardan, hükümet yıkılsın yaygarası koparan eli pankart sopalı, dili Ali´m de Alim türkülü ortalığı kasıp kavuranlara kadar bir acayib curcuna takımları dura dinlene ?Şubat geçsin, Mart kapıya dayansın da gör beni´ fermanına nota düzüyorlardı. Peki vatanı için şehid olan hangi Ali için de bunlar şehid düştüğü o mekânlara yüz sürmüş, iz vermişlerdi?

   Peki, ya Mart sonrası fermanın notası doğru çıksaydı bu ülke o günlerden daha mı iyi olacaktı?

   Nerdeee.. Efendim Muhterem´im nerdeee.. Haritanı gözlerinin önünde çiğneyen birkaç Küffar ehline ?ohhha!´ diyemeyen ve bir Ahmed Rüstem bile olamayan sen, umduğun zamanda berilerine düşenlere ?yuhhaaa!´ mı çekebilecektin.. O sinsi Âlemler sana bugünkü müsamahanın kaçta kaçını gösterebilecekti acaba? Bu ülke, kimbilir kaç asrını yeniden belini doğrultmaya harcayacaktı..

   Haaa.. Hele azgın bir millete; ?siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz´ diyebilecek bir yiğit daha çıkacak mıydı bu fermanın rotasından ve notasından.  

    Çıkmaz diyenlere, şayet bu ahvâlde bile çıkar diyenlerin olacaksa.. aha yazsınlar şuraya bir daha; çıkmaz babam çıkmaz.!.. Proflar da dese çıkmaz,  zırzoplar da dese çıkmaz babam!

   Çıkar zannetmiştiniz değil mi? Çıkmadı değil mi?..

   Üstünden Aralıklar geçti.. Nisanlar, Haziranlar geçti..

   Sonra yine Kasımlar, Temmuzlar geçti.. Yine çıkmadı..

   Çıkmaz babam çıkmaz.. Hele hele O yiğid zannedilen bir ABD Uşağı ise..

   Mümkünü yok çıkmaz..

 

11.5°