Gençler coştular. Kıpır kıpırdılar. Sanatçılara eşlik ettiler. Tozlarını döktüler.
Önce şu ‘kültür’ ve ‘sanat’ kavramlarının tanımlarını yapalım mı?
Kültür. ‘Culture’ sözcüğünden gelir. En kısa ve en kapsamlı tanımını yapalım. “Maddi-manevî varlıklarının tümü”ne kültür denir. Kıtaların, ülkelerin, yörelerin, illerin, köylerin, kişilerin kültürü denilince, sahip oldukları maddi-manevi varlıklarının tümü akla gelir. Yolları, köprüleri, parkları, ibadethaneleri, mezarlıkları, sokakları, sokak adları, okuma-yazma oranları, düğün-dernekleri, bilmeceleri, fıkraları, tarihleri, inanışları-batıl inançları, destanları, şiirleri, tiyatroları, sporları, toyları, giyim-kuşamları, yeme-içme biçimleri, dansları, türküleri, ağıtları tümden kültürlerini oluşturur.
Sanatın da haydi kısa-kapsamlı tanımını yapalım. “Sanat, hoşa giden bağlantıları yaratma çabası ve eylemidir.” Ne ile yaratılacaktır ‘bu hoşa giden bağlantılar?’ ‘Biçim verme ile.’ Sese, söze, maddeye, hacime, renk-çizgi ve yüzeye ‘HOŞA GİDEN BAĞLANTILARI BULUNAN AHENKLİ BİÇİMLER VERMEK’ ya da vermeye çalışmak, SANATTIR. Bir başka deyişle, ‘ DUYGU, DÜŞÜNCE VE HEYECANLARININ, RUHSAL DENEYLERİNİN BAŞKALARINA AKTARILABİLMESİ, yani DUYGU VE DÜŞÜNCELERİN BİÇİMLENDİRİLMESİ SANATTIR.’ Biçim verme, hoşa gitme, başkalarına aktarabilme yani muhatap ile muhatap olan arasında bağ kurma’dır sanat. Böylece sanat, belli bir çevredeki, belli bir düzeydeki belli bir çağdaki, ‘belli bir topluluğun kendini biçim ile anlatış tarzı’ da sayılabilecek, o topluluğu temsil etme değeri taşıyacaktır.
Sanatın 3 ana bölüme ayrıldığını biliriz.
Maddeye biçim veren/Plastik sanatlar (Resim-heykel-mimarlık gibi.)
Sese ve söze biçim veren /Fonetik sanatlar (müzik, edebiyat gibi.)
Harekete biçim veren/Ritmik sanatlar (Bale, dans gibi.)
N. Fazıl KISAKÜREK, bakın burayı güzel söylemişti:
“ANLADIM İŞİ; SAN’AT ALLAH’I ARAMAKMIŞ,/MARİFET BU, GERİSİ ÇELİK ÇOMAKMIŞ.”
Dikkate değer bir başka ayrıntıyı hatırlayınca, Etimesgut’taki etkinliklerin önemi daha da anlaşılıyor:
“1999’da İstanbul’da yapılan “Türk Kadınları Kurultayı”na da ABD’den İngiltere’den, Sibirya’dan, Türk devlet ve toplulukları ile Kıbrıs’tan kadın temsilciler katılmıştı. Sibirya’dan Saha Türkleri’nden ve ABD’den Kızılderili Türkler’in Meluncanların katıldığı geniş bir yelpaze gözleniyordu. Bu toplantıların ortak yanı tümü Türk oldukları halde toplantılarda çıkan en büyük sorunun konferansın hangi dilde yapılmasıydı. Yaklaşık 25 bölgeden gelen Türkler, Türkçe’nin konferans dili olmasında anlaşamıyorlardı. Bu sorundan dolayı 1999’da yapılan Türk Kadın Kurultayı’nın konferans dili, yani ortak dil “Rusça” olması ile sorun çözülmüştür. Sadece devlet başkanlarının katıldığı 2000 yılındaki Türk Devletleri Sempozyumu’nda ise devlet başkanları düzeyinde bile ortak dil konusunda sorun yaşanınca bu kez de ortak dil “İngilizce” olmuştu.”
Türkiye’nin hemen hemen tüm illeri, tüm bölgeleri, Yurtdışı Türk Devletleri, halkoyunlarıyla, yemekleriyle, giyim-kuşamlarıyla, figürleriyle, dil, ağız ve diyelekleriyle birlikte, Etimesgut’ta bir aradaydılar. Türk Tarihi ve Coğrafyası bir aradaydı. Sanki ‘Türk Tarih Kurultayı’ idi.
Orta-Asya, Ural-Altay dağları, Hazer Gölü, Balkanlar, Kırım, Kerkük Türkmenleri, Türkiye bir arada, Etimesgut’taydı. Kalbi Etimesgut’ta atıyor, yeniden soluyordu sanki. Yerküre’nin her tarafında izleri bulunan Türk Dünyası’nın ‘tanı-ş-ma’sı, ‘anla-ş-ma’sı, ‘kayna-ş-ma’sı yeniden sağlanır gibiydi Etimesgut’ta. Ne Rusça ne İngilizce, Etimesgut’ta Türkçe konuşuldu 10 gün boyunca. Yetmez mi?
Göz değmesin diye, bir eleştirel dilekte bulunalım: Ah! ‘Festival’ adındaki şu yabancı sözcükten/kavramdan da kurtulsak. Toy desek. Şölen desek. Türkçe ad koysak. Ne çıkar?