İnsan tasvirlerine/betimlemelerine portre denir. Önce bir eleştiriyle başlayalım. Biz’de ne yazık ki ‘portre’ yeterince gelişememiştir.
Tarihimizde ve edebiyatımızda örnek gösterilecek pek çok şahsiyetlerimiz vardır. Bunların kaçının portresi yazıldı, çizildi dersiniz?
Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda. Ne var ki ünlü kişilerin dönemi bitince rafa kaldırılıyor.
‘Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konur.’ derler ya tam da öyle. Oysa, toplumca benimsenmiş,
içselleştirilmiş nice şahsiyetlerimiz gelip geçmiştir bu topraklarda. Portrelerini tutan, yazan, çizenlerimiz olsaydı,
gelecek kuşaklara daha canlı aktarabilirdik onları.
Neyse? Sadede gelelim.
Etimesgut Belediyemizin 30 Ağustos’ta, Hikmet Özer caddesindeki yeni açılacak Halk Kütüphanesine Müdür olarak Mehmet GÜNEY görevlendirilmiş.
Hayırlı-uğurlu ola. Dış/fiziksel portresi sonraya kalsın hele, iç/ruhsal portresine biraz yer vermek geldi içimden.
Kütüphanenin henüz açılışı yapılmamış ama Mehmet GÜNEY, fır fır dönüyor. Eksiklerin hızla giderilmesine çaba gösteriyor.
Geceleri, hatta hafta sonları da orada, işyerinde yatası geliyor gibi geldi bana. ‘Laf olsun torba dolsun’ türden değil.
Suret-i haktan görünmek, doğru yapıyormuş tavırlarına girmek, hiç yaklaşmamış GÜNEY’e.
Kabına sığmıyor. Bugünün işini yarına asla bırakmıyor. Hangi görev verilirse verilsin, heyecanla, canla başla sarılır.
Dikkatlidir. Savsaklamaz. Hafife almaz. Azimle çalışır. İşinden haz duyar.
Hani derler ya: Ekmeği ekmekçiye ver, üste de 5 ekmek ver. Hz. Peygamberimiz hazırda bulunanlar arasında devenin sağılmasını, adı ‘Harb’ olandan değil de ‘Yaşar’ olandan istedi. Niye?
Hannibal, Arabistan çöllerinden getirttiği filleri, vahşi ormanlarla kaplı, sarp İtalyan kayalıklarından nasıl aşıracaktı?
Kimisi geri göndermeyi, kimisi ormana bırakmayı önerdi. Hannibal, ya bir yol bulacaktı ya bir yol açacaktı. Nitekim öyle yaptı.
Sarp kayalıklar arasındaki vahşi ormanda filleri geçirecek yollar açtı. Mehmet GÜNEY de öyle mücadeleci, çözüm odaklıdır.
“Kişinin miktarı işte bilinir.” diyordu Tosyalı Mestî.
Bir adamın havada bağdaş kurup oturmasına bakma, edebine, ameline bak. Ziya Paşa derdi ya:
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür, rütbe-i aklı eserinde.” İşte tam da öyle.
Vatan-Millet denilince akla ilkönce gelen Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çok özgün bir tespiti var ya: “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.”
Türkolog-sosyolog Ziya Gökalp’ı çok mu okumuş ne? ‘Şimdi benim iş vaktim.”-“Şimdi değil, başka zaman gel.”-
“Gözlerimi kapar, vazifemi yaparım.” GÖKALP’ın dizelerinden esinlenmiş gibi bir hali var. Takdire şayan bir tutum.
“Makamlar insanları şereflendirmez, insanlar makamları şereflendirir.” Bu özlü söz, tam da tutmuş, yerini bulmuş, oturmuştur GÜNEY’de.
‘İnsân-ı kâmil olmağa sa’y eyle, âdem ol.’ (Olgun insan olmaya çalış, adam ol.) der, Bâkî.
Değişik ortam ve koşullarda izledim GÜNEY’i. “Öyle biriyle dostluk kur ki senin değişmenle değişmesin.” sözünü özümsemiş.
Kâşgarlı Mahmud’un “Dil ile düğümlenen diş ile çözülmez.” düsturuna çoktan uymuştur.
*
“Çevremizdeki bütün gaflet ehlinden sorumluyuz.” der, Gavs-ı Sânî.
“Sorunların çözümünde görev almayanlar, asıl sorunun birebir parçası olurlar.”demez miydi, Goethe?
“İnsanlar yaptıkları kötülükler yanında yapmadıkları iyiliklerden de sorumludurlar.”
Unutmayalım: “Aşağılık insanlara iyilik etmek, denize su taşımaya benzer.”-“Kötü insanlar aynı zamanda nankördür de.” diye uyarırdı, Cervantes.
“İşi, sonu taçlandırır.” derdi, Lesage.
“Faziletler alışkanlık haline gelince saadet doğar.” diyordu İbn-i Sînâ’mız.
Mevlana, noktayı koymuş: “Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazeretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş.”
Görevi savsaklayanlara ne diyordu M. Kemal ATATÜRK? ”Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet vatana hıyanettir.”
*
Öte yandan, böyle bir cevheri keşfedip değerlendiren Sayın Başkan, çok isabetli, hiç kimsenin eleştiremeyeceği bir karar almıştır. Tutup derlendirmiştir.
Şu kadar var ki, -haddimizi aşmış sayılmazsak-Mehmet Güney, kapalı mekânlara sığmaz. Birkaç metrekarelik, birkaç dönümlük mekân dar gelir.
O, sokaklarda, yollarda, meydanlarda, aktif halde, hareket halinde olmalıdır. Koltukta oturmak sıkar.
Kişilerarası, kurumlararası, binalararası, yollararası, semtlerarası ‘mesafelerarası’nda görevlendirilmesi daha da uygun düşer, kanısınayım.
*
Dünyada en uğursuz mezarcı, hakikati gömenmiş.
Gerçek dostu olanın aynaya ihtiyacı olmazmış.
Her elini sıkanı dost, her canını sıkanı düşman belleme.
Kötü insanların türküleri yoktur.
“Ali’ler çoktur, şah-ı merdan bulunmaz. Her Ali, Âli değildir. Her Ali de şah-ı merdan değildir.”
İnsan söylediklerine değil, söyleyemediklerine pişman olurmuş, yanarmış, içerlermiş. Yüreği soğumazmış.
İleride pişman olmamak için bu yazıları karalamak istedim.
Selam olsun bu dünyaya imza atanlara.
Tahsin Eraslan: Tlf:0544 426 4662