Bugün dünya uluslararası ışık günü. Lazer ışığı ilk defa 1960 yılında 16 Mayısta başarılı bir şekilde kullanıma alınmış ve bu nedenle bugünü ışık günü ilan etmişler. Bu vesile ile ışığın eğitim, sağlık ve teknolojideki kullanımları hakkında bilgilendirmeler yapılıyor. Benimse işin azıcık spirütüel yanına geçmeye niyetim var!
Düşündüğümüzde; var olan her şeyin bir ışık olduğunu anlayabiliyoruz. Bitkilerdeki klorofil güneş ışığı ile havadaki karbondioksitten glikoz üretiyor. Böylece ışık bir besin öğesi haline geliyor. Bitkilerin, ışıktan ürettiği sadece glikoz değil elbette; özellikle ürettikleri antioksidan maddeler bizlerin beslenmesinde kritik önemdeler çünkü onlar vücudumuzu zararlı maddelerden temizliyor. Bunu bünyelerindeki ekektronları vererek yapıyorlar! Antioksidanlar da bitkilerde depolanmış ışık oluyor ! Bizlerse bitkinin depoladığı ışıkla beslenip hayatımızı devam ettiriyoruz! Hayvanlar da otladıklarında aynı ışık enerjisi ile besleniyorlar. Öğrendiğimiz en önemli fizik kuralı; madde enerjiye, enerji maddeye dönüşebilir ve hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmaz kuralıdır. Besinlerin içerdiği kalori de, vücudumuzun harcadığı kalori de bir ışıktır!
İnsanın etrafında yumurta şeklinde bir aurası var. Aura dedikleri elektromanyetik bir alan. Dünyanın da bir aurası var, yani elektromanyetik bir alanı var. Var olan her cismin bir elektromanyetik enerjisi ve alanı var. Demek ki canlı bir organizma cansız hale geldiğinde de elektromanyetik alanı devam ediyor. Yani ışığı devam ediyor fakat bizim gözlerimiz bu tür bir ışımayı algılayabilecek mekanizmaya sahip değil. Boyut değiştirildiğin de irtibatımız kesiliyor. Bu ışığı gören duru görülü insanlar olduğu söyleniyor. Bu doğru olmasa bile, insanı gece görüş kameraları ile izleyen aletler de auranın varlığından yararlanıp bir görüntü oluşturuyor. Sonuç olarak aura görülmüş oluyor. Yine de ruhani alemle irtibat kurabilmede, bilinç kısmımızda yer almayan, bilinç ötesinde işleyen bir mekanizmaya da sahibiz aslında. Bu mekanizmanın şalteri inik duruyor diyebiliriz. Burayı aktive etmenin yolları bazı insanlar tarafından biliniyor ve kullanılıyor. Bu yönümüzü aktive eden kullanımların mazisi firavunlara kadar uzanıyor ! İnsan beyninin atıl duran tarafları bazı maddelerle çalışır hale getiriliyor, ancak bu yolu açmanın tehlikeleri de çok büyük olsa gerek. Özellikle sağlık açısından büyük sakıncalar barındırdıklarını tahmin etmek zor değil !!! Paulo Coelho Veronika Ölmek İstiyor kitabında beyine verilen elektroşok tedavisinin böyle bir etkisinden bahsediyordu. Bunu kendisi nasıl biliyordu bilmiyoruz. Belki de kendisi deneyimlemişti, belki de tedavi gördüğü dönemlerde başkalarında gözlemlemişti! Bu yollara hiç sapmadan, uyku moduna geçtiğimizde de mekanizma bazen açılabiliyor ve bir şeyleri görür hale gelebiliyoruz! İlerleyen zamanlarda yaşadığımız olayların, rüyada gördüklerimizin aynısı olması bize bunu gösterip ispatlıyor ! Hepimizin bazı bazı dediği gibi, rüyalarımız çıkıyor ! Uykuda işleyen bu sistemi kullanmak için, bazı süre ve dualardan yararlanmak da mümkün olabiliyor. Bunun yanında, belli bir yoğunluğa ulaşan duygu ve düşüncelerimiz de, bu sistemi harekete geçirebiliyor. Benim deyimimle büyük bilgisayardan bize cevap geliyor!
Aura konusunu biraz daha ele almak istiyorum. Vücudumuzda enerji merkezi olarak yer alan yedi çakra bulunur. Bu yedi çakranın yaydığı elektromanyetik ışınım farklı yedi renkte görülüyor. En alttaki kök çakranın rengi kırmızı en tepedeki tepe çakranın rengi ise mor renkte. Çakraların renginin gökkuşağı renklerinden oluşması tesadüf değildir kuşkusuz. Kuşkusuz bu aynılığın önemli bir manası, anlamı olsa gerek ! Bu yedi rengin vücudumuz tarafından en parlak, en göz alıcı halde göründüğü zamanlar, bizlerin sağlıklı ve yoğun sevgi duygusu içinde olduğu zamanlara denk düşüyor ! Benimse bundan çıkardığım sonuç; renklerin ışığın farklı dalga boylarını temsil etmesi nedeniyle, sevginin de bir ışık enerjisi olması ve auradaki yedi rengin de en parlak olmasını sağladığına göre, yedi rengin de dalga boylarını içinde barındırıyor olmasıdır. Böylece sevgi enerjisi insanın tümünü, bütününü içerir diyebiliyoruz. Olumlu olumsuz başka hiç bir duygunun bu bütünlüğü yakaladığı söylenemez. Evrenin aşkla yaratıldığı söylemi, haklı gerekçelerini buralardan alıyor olsa gerek çünkü evrendeki her şey ( her parça ) bütünü ( evreni) temsil eder. İNSAN da evreni temsil eder. Mikro olan her şeyde makro olanı görebiliyoruz. Sevginin ışık olduğunu İlhan İrem de biliyordu ve konserlerinde dillendiriyordu !!! Bundan sonraki temel sorumuz ise ışık yok olur mudur. Madde enerjiye yani ışığa, enerjiyse ( ışık ) maddeye dönüşüyordu ve madde yok olmuyordu. Öyleyse, bu durumda ışık da yok olmuyor ! Sonuç olarak, içimizde oluşturduğumuz sevginin enerjisi, (ışığı) yok olmuyor, ebedi olarak evrende kalıyor!!! Bizlerin bunu algılayacak vücut algılayıcıları kapalı olmasına rağmen; rabbimiz lütfedip uyku modunda onları kimi zaman açıyor !!! Böylece insanın bütününü içeren, temsil eden, sevgi enerjisi (ışığı), yok olmama prensibiyle, bizlerin en büyük emeli olan sonsuzluğa erişimini sağlıyor.
Herkesin ışık gününü kutluyor, hepimize, en güzel ve parlak gökkuşaklarını bünyemizde oluşturabilmeyi diliyor, sevgiyle kalın diyorum.
Dyt. Güner Erbay