Gündüzünde, çalışma hayatının devamlılığı nedeniyle de, özel bir durum söz konusu olmuyor. Gecesinde ise evlerde aile arasında yahut bir eğlence mekanında gelen yeni yılımızı kutluyoruz. Yılbaşı kutlamaları ülkemizde yıllardır bitmeyen bir tartışmaya da konu oluyor. Hz. İsa’nın doğum günü olan 25 aralık tatili ile yılbaşı tatilinin Hristiyan dünyasında birleştirilmesi, yılbaşı gecesinin Hz. İsa'nın doğum günü olarak algılanmasına neden olmuş. Hz. İsa’nın doğum günü 25 Aralıkta Noel bayramı olarak kutlanıyor. Tabi bir de Noel baba var. O da çocuklara hediyeler getiren beyaz sakallı kırmızı elbiseli bir dede. Uydurma mıdır nedir diye araştırdığımızda, ortaya ülkemizle ilgili bir bağ da çıkıyor. Antalya Demre de yaşayan birisi olan Nikolas insanlara karşılık beklemeden hediyeler veriyor. Daha sonra bu kişi aziz olarak nitelendiriliyor ve zamanla Noel Baba figürü oluşturuluyor Kısaca özetlersek bu kişi pagan inancındaki kış gün dönümü kutlamalarının unutturulması için hikayeleştirilip Noel baba olarak Noel bayramı ile birleştiriliyor. Çocuklara hediyeler getiren bir tip yaratılıyor. Noel bayramı ise, Hristiyanların pagan inancının izlerini silmek için yapılan bir düzenleme çünkü bu bayram Hz. İsa’nın doğumundan 300 yıl sonra kutlanmaya başlamış. İşin Hristiyan boyutu böyleyken biz Türklerle ilgili bir boyutu da gündemde. Eski Türklerin kutladığı Nardugan bayramının yılbaşı kutlamalarının temelini teşkil ettiği söyleniyor. Eski Türkler, gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık gününü akçam ağacının altında yılbaşı olarak kutluyorlar. Ağaca renkli kumaşlar bağlayıp bir şölen yapıyorlar. Yemekler yenilip eğlenceler yapılıyor. Yakın çevreleri ile birlikte yapılan bu kutlamaların şans getireceğine inanıyorlar. Türklerin bu kutlaması Hunların Avrupa girmesiyle Avrupa'ya taşınıyor.
Yılbaşı kutlamaları ise Roma imparatoru Sezar’ın kararıyla başlıyor. Yılbaşının hangi kültür yahut dini inançla oluşturulmuş olduğuyla ilgilenmekten ziyade, şimdi içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmemiz, daha mantıklı bir tutum olur kanaatindeyim. Mevcut durumumuzda yeni bir yılın başlangıcı dünya ölçeğinde belirlenmiş ve de bir çok ülke tarafından kabul edilip, uygulamaya koyulmuş. Bu kadar iç içe yaşayan, sıkı ticari ve siyasi ilişkilerle yönetilen bir dünyada ortak bir takvim kullanma gerekliliği aşikardır. Hal böyleyken yılbaşını kutlayalım kutlamayalım tartışması havada kalan bir tartışma oluyor. Yeni yıl takvim olarak bu tarihte başlıyorsa, bu tarihte kutlanması da haliyle önlenemiyor. Takvimi mecburen böyle kullanalım ama biz bunu kutlamayalım demek, fili yaşamda kendine karşılık bulamıyor.
Bugüne değin genel olarak insanların bedensel beslenmesini konuştuk. Elbette insanların bir de ruhsal beslenmesi gerekliliği var. Bu konuya mutluluğun beslenmesi konusunda biraz değinmiştik. Ruhsal beslenme derken psikolojik beslenmemizi mi referans alacağız? Ruh, insanın psikolojik tarafı mıdır. Biraz karışık bir konu. Ruhu anlatmak oldukça zor. İnsanın psikolojisi evet tamamen ruhuna aittir. İnsanı beden ve ruh olarak ayırırsak psikoloji ruhta yer alır fakat bedenle ruh insan yaşıyorken birbirinden ayrılamaz. Beden ruha sürekli olarak şekil verir. Psikoloji her ne kadar ruhta yer alsa da ruhu psikolojimiz ile sınırlamak doğu değildir çünkü ruh bundan çok daha fazlasıdır fakat psikolojimizi etkileyen her etmen ruhumuzu da olumlu yahut olumsuz etkiliyor demektir. Psikolojimizse özel gün kutlamalarına ihtiyaç duyar. Bu özel gün kutlamaları ona pozitif ivme kazandırır. Yılbaşı kutlamaları; her ne kadar bir şölen olsa da, yeni bir yılın başlangıcı olarak insanlarda bir hedef oluşturma düşüncesini de oluşturur. Bu bir yılda şunu şunu yapayım diye bir hedef koymak hayatımızı planlamada önemlidir. Bu nedenlerle yılbaşı kutlamalarını ve diğer kutlamaları insanların elinden almamak gerekir. Tam tersine coşku ile kutlamayı teşvik etmek gerekir; özellikle de çocuklar için buna dikkat etmek gerekir.
Şölenlerin iki boyutu vardır. Birinci boyutunu ziyafet sofraları teşkil eder. İkinci boyutunu ise müzik ve dans oluşturur. Müzik sesin ritmidir, Dans ise bedenin ritmidir. Dans ile ses işitme yetisi olmayan insanlara sesi tariflemiş oluruz. Elle veya ayakla yahut bedenle ritim yaptırmak duymayan bir insana müziği anlatır. Böylece müziğin ne olduğunu anlar. Yani müziği işitmeden duyabilir.
Aynı şeyi görme duyumuza uyarlamaya kalktığımızda ne diyebiliriz? Görmeyen bir insana ışığı nasıl tarifleyebiliriz. Renkleri nasıl anlatabiliriz. Işığı anlatırken suyu ve müziği örnek gösterebiliriz. Işığın renkleri içinse melodiler kullanılabilir. Bedenin işitme duyusunu bertaraf ettiğimizde, dans bedenin müziği olabilir. Bedenin müziği olduğu için insanı mutlu eder. Bu nedenle dans etmek hangi türü olursa olsun küçümsenemez. Bir çok kültürde dans kutlamalarda kullanıldığı gibi, üzüntülü yas durumlarında da yapılır. Özellikle Afrika'daki kabilelerde buna rastlamak mümkün olabiliyor İnsanın ritim duygusu ve ilk dansı da anne karnında olur. Annenin kalp sesi ve yürürken bir sağ bir sol adımların periyodik olması bebekte ilk ritim duygusunu oluşturur. Amniyon sıvısının içindeki çalkalanma ile de ilk dansını yapar ve dans etmek bu yüzden anne karnındaki mutlu günleri de çağrıştırır. Dans bedenin müzikle bütünleşmesidir. Bu nedenle şölenlerde yemekler kadar eğlence kısmı da önemlidir.
Yemeklerde et ön planda olur. Tamamlayıcı olarak pilav, salata ve de tatlı yer alır. Yılbaşı özelinde et tavuk veya hindi etinden tercih ediliyor. Tatlı ise genellikle kremalı pasta oluyor. Tabii bu gün için bu yemekleri beslenme açısından değerlendirmek istemem. Alkol kullanımı içinse alkol sağlığa zararlıdır diyerek herkese mutlu sağlıklı bir yıl diliyorum
Dyt. Güner Erbay.