Bugün 5 Aralık… Takvimde sıradan bir gün gibi görünse de benim yüreğimde, kadınların kaderine yazılmış bir dönüm noktasıdır. Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını aldığı o büyük adım, yalnızca bir oy hakkı değil; bir ses, bir kimlik ve bir irade armağanıdır. Bir milletin geleceğine kadın eli değsin diye yakılan bir meşaledir bu.
Ne var ki bu meşalenin ışığı dünyanın her köşesine aynı parlaklıkla ulaşmıyor. Biz Cumhuriyet’in aydınlığında ilerlerken, bazı kadınlar hâlâ karanlığın en dip noktasında nefes almaya çalışıyor. Bu aydınlık ile çığlık arasındaki çizgiyi bugün içimde daha derinden hissediyorum.
Gazze’de Bir Anne
Bir annenin yüzünü düşünün… Toz içinde, kül içinde; ağlamaktan yorulmuş ama hâlâ ayakta durmaya çalışan bir anne… Evladının adını enkazın taşlarına bir dua gibi fısıldıyor: “Burasında mısın yavrum? Neredesin?”
Gazze’de kadınları en çok bombalar yormuyor. Her sabaha bir evladını gömüp, akşama kalanı nasıl koruyacağını düşünmek yoruyor. Kollarından çekilip alınan yalnızca bir çocuk değildir; yuvaları, gelecekleri ve bir daha kolay kolay onarılamayacak kaderleridir. Bugün Gazze’deki kadınların nefesini içimde duyuyorum. Bir annenin gözyaşıyla bir insanlığın utancının birbirine karıştığını görüyorum.
Doğu Türkistan’ın Sessiz Çığlığı
Ve bir başka coğrafyada… Duası takip edilen, dili suç olan, kimliği tehdit görülen kadınlar yaşıyor. Bir annenin saçını kesmek, sadece saçını almak değildir; kökünü, hafızasını ve geçmişini tek bir makas darbesiyle savurmaktır. Oradaki sessizlik, dünyanın duymamazlıktan geldiği en ağır çığlıktır: “Buradayım… Yaşıyorum… Unutmayın bizi.” Ben bu çığlığı duyuyorum. Ve sustukça içimde daha da büyüyor.
Coğrafyalar Değişir, Acı Aynıdır
Bir kız çocuğu düşünün… Bir yerde okumak istediği için susturuluyor. Bir yerde kimliği yüzünden hor görülüyor. Bir yerde savaşın ortasında büyümeye zorlanıyor. Bir yerde yasaklarla çevrili bir hayata mahkûm ediliyor. Hepsinin kalbinde aynı soru yankılanıyor: “Ben kendi hayatımın sahibi olamayacak mıyım?” Bu, bir kadının içini en çok acıtan sorudur. Çünkü cevabı çoğu zaman kader değil; insanların ördüğü duvarlardır.
5 Aralık’ın Bana Söylediği
1934’te Türk kadınının eline tutuşturulan bir güç vardı: kaderini kendi eliyle yazma gücü. Bugün o meşaleyi taşırken; Gazze’de taşların arasında çocuğunu arayan anneyi, Doğu Türkistan’da kimliğini korumak için sessizce direnen kadını yüreğimin en derin yerinde hissediyorum. Bir kadın sustuğunda dünya eksilir. Bir kadın ayağa kalktığında ise tarihin yönü değişir.
Ve Bugün…
Bir yanda özgürlüğümüzün yıldönümü, bir yanda kaderi elinden alınmış kadınların ağıdı… Ama biliyorum ki kadın, en karanlık gecede bile ışığı kalbinin en kuytu yerine saklar. Adı kazınsa da kendini yeniden yazar; ne kadar yıkılırsa yıkılsın, yeniden kurar. Bugün, Cumhuriyet’in bize verdiği hakkın kıymetini bilirken; dünyanın dört bir yanında insan onuru için direnen tüm kadınları bir kadın yazar olarak, bir anne olarak, bir insan olarak yüreğimde taşıyorum.
Çünkü kadın varsa umut vardır. Ve umut varsa yarın yeniden doğabilir.